Miziklerim ;)

3 Kasım 2016 Perşembe

KALBE ÜMİT AŞISI

KALBE ÜMİT AŞISI / YAZAR : Sami GÖKSÜN.
Müslüman, Allâh’a teslîmiyet duygusu içerisinde olmalıdır. Teslîmiyetinde de üst noktada olmalıdır. Bunun da en önemli unsurlarından birisi ümitvâr olmaktır. Hâdiseleri iyiye yorma, ümit ve şevki canlı tutmak pek mühim bir haslettir. Mü’min; Cenâb-ı Hakk’a olan tevekkülünde, en küçük bir tereddüt göstermemelidir. O’na dayanıp güvenmeli ve O’ndan hakkıyla korkmalıdır. Böyle bir yolun yolcularına, Cenâb-ı Hak her türlü kolaylığı sağlar. Bunu da Kur’ân-ı Kerîm’inde şöyle ifade buyurur:
“Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış kapısı ihsan eder. Ve ona ummadığı yerden rızık verir. Kim Allâh’a güvenirse; O, ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.” (et-Talâk, 2-3)
Bu âyet-i kerîme iyi tahlil edilir, iyi anlaşılırsa; Allah için mücadele eden her insan, bir çıkış kapısına varır. Mücadelenin, özünden kaynaklanan bir zorluğu elbette vardır. Bunu gerçekleştirirken mü’minin; daraldığı da, sıkıldığı da, bunaldığı da olacaktır. Ancak; her daraldığımızda, sıkıldığımızda, bunaldığımızda başladığımız bir mücadeleden vazgeçersek, ümidimizi yitirirsek, dağılırsak hedefimize ulaşamayız. Dolayısı ile mücadele ettiğimiz şeytan -aleyhillâne- ve onun dostu olan nefse yenik düşmüş, onları sevindirmiş ve esas hoşnut etmemiz gereken Cenâb-ı Hakk’ı gazaplandırmış oluruz. En önemlisi de ümidimiz kırılır.
Bütün bunları aşmak için mü’min, hem geriye hem de ileriye uzun bakmak zorundadır. Geriye doğru şöyle bir dönüp baktığımızda Peygamber Efendimiz’in hayatı bizi aydınlatmaktadır.
Meselâ; Bedir Harbi’nde müslümanların sayısı 313 kişi, müşriklerin sayısı 1.000 kişidir. Zâhirî olarak baktığımızda, müşrikler tam üç katı fazla. Ancak Efendimiz’in askerleri; Allah ve Rasûlü’ne öyle bir îmân ettiler ki, Cenâb-ı Hakk’a güven ve teslîmiyet noktasında en ufak tereddüt göstermediler. Hattâ öyle cansiperâne gayret ettiler ki; samimiyetleri, gayretleri, teslîmiyetleri arttıkça, Allah Teâlâ meleklerin yardımını artırarak devam ettirdi. Bu yardım önce 1.000 melek, sonra 3.000 melek daha sonra da 5.000 melek şeklinde devam etti.
İşte Bedir ashâbı; şeytanı sevindirmedi, nefsini öne çıkarmadı, sıkıntı ve daralmışlıklara aldırmadı, Allah ve Rasûlü’nün çizgisinde sabır ve tahammül gösterdi ve netice hâsıl oldu.
Bugün biz müslümanlara düşen; bu hakikatleri iyi anlayıp, doludizgin yolumuza devam etmektir. Ancak o zaman hedefimize ulaşırız.
Cenâb-ı Hak, şeytanın insana musallat olduğunu bildirmektedir. Bizim bu durumda, şeytanla mücadele ederek onu bertaraf etmemiz lâzım. Onun vermiş olduğu vesvese ve kötü düşüncelerden nasıl korunacağımızın ve kurtulacağımızın yolunu da yine Cenâb-ı Hak Kur’ân’ın da şöyle belirtiyor:
“Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allâh’a sığın.” (Fussilet, 36)
Yani şeytanın her türlü vesvesesinden Cenâb-ı Hakk’a sığınmalıyız, O’na dayanmalıyız ve O’na güvenmeliyiz. Hiçbir durumda ümidimizi yitirmemeliyiz. Ümitlerini kaybedenler, her şeylerini kaybederler. Bu reçetelere ilâveten; rûhumuzu bir kıskaç içinde hissettiğimiz, tedirginlikler ve kararsızlıklar yaşadığımız ve bocaladığımız zamanlarda; takvâsına ve teslîmiyetine güvendiğimiz gönül ehli insanların ziyaretlerini yapıp tavsiyelerini alabiliriz.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder